Gökyüzüne Düşen Kız çıktı. İlk kitabım çıktı. Zannediyorum birkaç gün içerisinde türlü kitabevlerinde bulabileceksiniz. Ben bugün kapımda kargoyu, ve içinden çıkan kitapları görünce büyük bir şaşkınlık yaşadım. Umarım sizler de okurken benzer bir şaşkınlık, heyecan ve mutluluk hissine kapılırsınız. Kitabın macerasıyla ilgili, nasıl da iki yıl önce aşağı yukarı bu zamanlarda ilk taslağını yazmayı bitirdiğimi, sonraki iki yılda başından neler geçtiğini uzun uzun anlatabilirim ve muhtemelen bir gün anlatmak isterim de; ama bugün o gün değil. Bu yazı o yazı değil. Bu yazı “teşekkür”lerle ilgili. Bahsi geçen o koskoca iki yılda, öncesinde ve sonrasında şu ya da bu şekilde kitaba değmiş insanlara, hafızamın el verdiği ölçüde kimseyi atlamamaya çalışarak teşekkür etme çabam. Eğer herhangi birinizi atlıyorsam, şimdiden özür diliyorum. Yeterince planlı ve programlı bir yazı değil bu. Kronolojik bir sıra, kitaba en büyük etkiden en küçük etkiye doğru bir liste yok. Aklıma gelen isimler var. Her bir ismin benim için ve kitap için bir değeri var.
Herhalde başlangıcı anne ve babamla, Zeynep Gülden ve Mehmet Mustafa Can’la yapmam doğru olacaktır. Onların azami etkisi bulunan bazı fizyolojik ve genetik etkenler sonucu buradayım. Bunun da ötesinde 23 yıllık destekleri bu kitapla ilgili pek çok şeye doğrudan veya dolaylı olarak vesile oldu. Kazandırdıkları okuma hevesi, benim bir şeyler uyduruyor oluşuma anlayışla yaklaşımları ve en önemlisi de bu işi önemsediğimi farkettikleri noktada benimle aynı ciddiyeti paylaşmaları nedeniyle onlara teşekkür borçluyum. Bir de çok şirinler. Ayvalık’talar.
Ağabeyim Ogan Cemal Can var. Gitar çalabilen oydu. Çizim yapabilen oydu. Daha çok kitap okuyan oydu. Daha iyi balık tutan oydu, daha iyi matematik, daha iyi her şey. “Yazmak” konusunda çabalamadığı ve böylece bunu benim elimden almadığı için ona çok teşekkür ederim. Ayrıca daha ilkokuldayken yazdığım ve/veya anlattığım öyküleri her seferinde ilgiyle dinlediği için de. Bazı zamanlar öyle heyecanlanırdı ki; ben yazmaya üşendiğim zamanlar kendisi kağıt ve kalemi alır, bana hikayeyi anlattırır, anlattıklarımı yazardı. Belki de o yaşta ağabeyimin anlattıklarıma olan ilgisi ve beni sürekli iteklemesi olmasa şimdi böyle işlere kalkışamazdım.
Lisede bir edebiyat hocam vardı. Rahmetullah Koç. Geçen gün izlediğimiz bir film üzerine Kırmızı Saçlı Kız ile konuşuyorduk. “Böyle hocalar gerçekten var mı? Öğrencisine kitap veren, destekleyen, böyle yol gösteren…” Var. Bir edebiyat sınavında, sınavın 30 puanlık bölümü için kısa bir öykü yazmamızı istemişti. Yüzyıllardır açılmamış bir kapı… cümlesiyle başlaması gerekiyordu. O sınavdan iyi bir not alamadım; ama kağıtları verirken Rahmetullah Hoca öykümü çok beğendiğini söylemişti. Sonrasında çalışmalarımla ilgili bana pek çok kez destek oldu, yorumlarını verdi; ama en önemli öğretisi o sınav kağıdıyla olmuştu. Güzel bir öykü ile iyi yazılmış bir öykünün farklı olması…
Can Koçak. Gönderdiğim hiçbir öyküyü, hiçbir yazıyı rafa kaldırmadı. Her seferinde, en kısa zamanda okuyup geri döndü bana. Gökyüzüne Düşen Kız’ın yolculuğu boyunca da sayısız kez yorum yaptı kitaba. Beğenmediği şeyler konusunda her zaman acımasız, beğendiği yerler konusunda ise her zaman fazla heyecanlıydı. Yaptığı yorumların bir kısmı kitapta doğrudan karşılıklarını buldu. Bir kısmı üzerine bir türlü anlaşmaya varamadık. Kitabın basılı halinde de “Hayır şöyle olmalıydı yahu,” dediği, diyeceği pek çok yer olacak; ama önemli değil. O, kitabı sizlerden önce okuyan birkaç insandan biri. Bundan sonra da hep ilk okuyanlardan olacak.
Hakan Tunç Kayıp Rıhtım sitesinin sahibi. Yıllar öncesinden de tanıdığım biri. Hem kitap hakkındaki yorumları için, hem de kitabı sahiplendiği için teşekkür ederim. Bu süreçte öyle zamanlar oldu ki; kitapla ilgili editörün istediği düzenlemelere benden daha fazla tepki verdi. Ona sorarsanız bu kitabın çok daha uzun olması gerekiyordu.
Gökyüzüne Düşen Kız’ı yazmaya başladığımda aklımda bir internet sitesinde gördüğüm duyuru vardı. Bir yayınevi çocuk kitabı yarışması yapıyordu. Heyecana kapılmıştım. Yazmayı bitirince yarışmaya gönderirim, beğenirlerse basılır, hayallerim gerçek olur… O sırada arkadaşım Ali Pınarbaşı’nın babası, Hidayet Pınarbaşı’yla tanıştım. Ona tamamlanmış bölümleri gönderdiğim zaman yarışmayı boşvermemi, kitabın üstüne ciddi düşünmemi, eğilmemi söyledi. İyi ki de söylemiş. Sabretmeyi, zamanını beklemeyi öğrenmemi sağladı. Ayrıca bu iki yıllık süreçte pek çok kez kitabın üzerinden geçerken bana altın değerinde öğütler de verdi. Bir şeyin sanki başka bir şey olduğunu söylüyorsam neden öyle olduğunu da söylememi, kitapta içine girdiğim ortamları ayrıntılarıyla vermemi söyledi. Verdiği öğütlerin ne kadarına uyabildim bilmiyorum; ama kitabı okursa hayal kırıklığına uğramayacağını düşünmek hoşuma gidiyor.
Hakkında sayfasına göz gezdirdiyseniz 2012 yılının Ocak ayında Yekta Kopan’ın Kediler Güzel Uyanır kitabından “Fil Mezarlığı” öyküsünü kısa filme uyarlamaya karar verdiğimi biliyorsunuzdur. İnsanın hayatında bazı anlar, bazı kararlar vardır. O sırada nelere vesile olacağını, göründüğünden çok daha büyük bir olay olduğunu farkedemezsiniz. Öyküsünü kullanmak için izin istediğim o ilk e-postayı attığım an da öyle bir andı. Gökyüzüne Düşen Kız’ın bugün YKY’den çıkmasıyla sonuçlanan bir dizi olayların başlangıcı o e-postaydı. Hem Gökyüzüne Düşen Kız özelinde, hem de çok daha geniş bir bağlamda, vesile olduğu tüm güzellikler için Yekta Kopan’a çok teşekkür ederim.
Kalem Ajans‘la, Nermin Mollaoğlu’yla bu şekilde tanıştım. Bende ne gördü, nasıl güvenebildi bilmiyorum; ama ona bir bayram öncesi “Elimde böyle bir dosya var; ama ne yapabileceğimi bilmiyorum” dediğim zaman bayram sonrasında bana YKY’nin dosyayla ilgilendiğini, üzerinde çalışmak isteyip istemediğimi sordu. Bu kadar çok, bu kadar güzel işi bir arada, tüm seyahatleriyle birlikte nasıl yapıyor bilmiyorum. İçimden bir ses doğaüstü güçleri olduğunu da söylemiyor değil; ama her nasıl yapıyorsa iyi ki yapıyor. Beni temsil ettiği, kolladığı, uydurduğum şeyleri başka insanlarla paylaştığı için çok teşekkür ederim, çikolatalı ve frambuazlı bir pastayla teşekkür ederim.
Zannediyorum her ilk yazar gibi benim de editörlerin nasıl insanlar olduğuna dair bir fikrim yoktu bundan önce. Hatta korkuyordum bile; çünkü Google’da semptom aratınca kanser olduğumuza kanaat getiren İnternet öyküleri sağolsun, her yerde editör tarafından kitabı parçalanan, bambaşka bir kitaba dönüşen insanların hikayesi vardı. Filiz Özdem editörlüğümü yaptığı için ne kadar şanslı olduğumu daha yeni yeni idrak edebiliyorum. Kitapla ilgili her zaman dürüst ve sözünü sakınmayan bir tavrı vardı. Başta alışmakta zorlansam da sonradan farkettim ki; tam da istediğim şey buymuş zaten. Ben sadece onu yazmayı biliyorum çünkü. O ise benim yazdıklarımdan bir kitap çıkarmayı biliyor. Her aşamada, en ufak mantık hatasından (“kiremit bir yolda yürüyorlar demişsin; ama kiremit çatıda olur biliyorsun değil mi?”) en ince alt metne kadar (“burada söylediklerin birbirine ters düşüyor, yayınevine gelsen iyi olur”) her şeyde beni aradı, fikrimi aldı. Zannediyorum bazı şeylerde onu ikna etmeme izin verdi, diğerlerinde ise ikna olmam için elinden geleni yaptı. Belki başka editörlerle çalışmadığım için böyle düşünüyorumdur; ama açıkçası umrumda da değil. Editörüm o olduğu için çok mutluyum, çok şanslıyım. Umarım pek çok kereler daha birlikte çalışabiliriz.
Buket Topakoğlu’yla hiç tanışmadım. Sadece kitabın içinde bölüm başına bir-iki tane siyah beyaz çizim olacağını biliyordum. Kitabın içindeki çizimleri ve kapağı ilk gördüğüm zaman yaşadığım şaşkınlığı anlatamam. Benim beynimden çıkan sözcüklerin başka bir beyinde çizimlere dönüşmesi, bazıları tam hayalimdeki gibi, bazıları hayal edemeyeceğim şekilde etten kemikten şeylere bürünmeleri inanılmazdı. Buket Hanım’a harika çizimleri için teşekkür ederim.
Ve bir de kitabın da ithaf edildiği iki kişi var. M. Melis Uslu ve Nil Bilge. Tüm bu kitabın çıkış noktasının o anda uydurulmuş bir masal olması bugün çok garip geliyor. Kırmızı Saçlı Kız’ı bir gün uyku tutmamıştı, telefondaydık ve ona bir hikaye anlatmam gerekiyordu. Bugün okuduğunuz kitabın anahatları o yirmi dakikalık telefon konuşmasında çıktı işte. Bundan ta iki buçuk yıl önce… Sonrasında uzun süre zorladı beni Melis Uslu yazmam için; ama direndim.
Sonra teyzem Elif Bilge’nin kızı, güzel kuzenim Nil Bilge’yle konuştuk bir gün. Yıllar önce, ben lisedeyken, bir başka kuzenime bir öykü yazdığımı, sonra bunu kitap gibi bastırıp hediye verdiğimi duymuş. “Ben de isterim!” dedi. Çok ciddiydi. Onun da hakkıydı kendine bir kitap yazılması.
İşte bu şekilde M. Melis Uslu ve Nil Bilge beni bu kitabı yazmaya ikna etmiş oldular. Onlar olmasaydı, bu kitap ve belki de bundan sonra çıkabilecek hiçbir kitap olmayacaktı. İşte bu yüzden onlara teşekkür ediyorum. Bu kitabı, ve daha adı bile konulmamış pek çok kitabı onlara ithaf ediyorum.
Başta da söylediğim gibi, adını atladığım biri olursa affola. Anneannem, dedem, dayım, teyzelerim, halalarım, arkadaşlarım teker teker dahil ve şahit oldular bu sürece. Ve tabii ki hepsi şu ya da bu şekilde etkilediler kitabı ve beni.
Son bir teşekkür daha ileride bu kitabı okuyacak herkese gidiyor. Ben, benim çocukken hoşlanabileceğimi düşündüğüm bir kitap yazmaya çalıştım. Umarım okuyan herkesin içinde küçük-büyük bir yer, bir iz bırakır. Umarım başkalarının da okumasını isteyeceğiniz bir kitap olur.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
A. Orçun CAN
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...