Hayatımın Yapbozunda Köşe Parçalarını Buldum

Son birkaç hafta… hayır, daha kesin bir dille konuşacağım, son 3 hafta hayatımın en verimli haftaları oldu. Yeni kitabı editöre teslim ettim (şu an hakkında konuşamıyorum). Glass‘ın ilk single’ı için ilginç bir videografi denemesiyle klip çekimlerini bitirdik (tamamını Iphone’la çekmek gibi bir işe giriştik, bakalım ne çıkacak). Yeni şeyler yazıyorum. Yeni şeyler okuyorum. Şu an her şey ortada. Darmadağınık halde. Bir yanda bir dedeyle torunu arasında geçen bir filmin senaryosu var. Diğer yanda Glass’ın işi tek bir single’la bitecek değil. Yazılacak öyküler, kitaplar deseniz hiç bitmiyor. Ve elbette tahmin ettiğiniz gibi… koşuyorum.

Bugün farkettim ki koşmaya başlayalı 2 ayı geçmiş. Toplamda 92 kilometreyi devirmişim. Hala az; ama Temmuz’da 20, Ağustos’ta 40 kilometre koşmuşum. Eylül’de şimdiden 32 kilometreyi görmüş durumdayım. Şimdiye kadar en uzun mesafem 10 kilometre (1 saat 6 dakika). Şimdilik kesin bir plan yok önümde; ama kışın ayda 100 kilometre koşuyor olmak istiyorum. Haftada 3 koşu güzel bir plan, kendimi de iyi hissettiriyor.

Nike’nin bir uygulaması sayesinde takip ediyorum koşularımı. Bana şimdiye kadar 17 kez koştuğumu söylüyor. Kendime alternatifler bulmak istediğimden farklı parkurlar, farklı rotalar deniyorum. Belgrad Ormanı zaten ilk sırada. Emirgan, Suadiye Sahili, Validebağ Korusu’nu da koştum; ama hiçbiri Belgrad kadar iyi değildi. Bugünse ilk kez evimin dibindeki bir parkuru, Fethi Paşa Korusu’nu denedim.

Kırmızı Saçlı Kız da, ben de Fethi Paşa Korusu’nu çok severiz. Kulağa züppe geleceğinin farkındayım; ama bize Londra’daki parkları hatırlatıyor. Şehrin içinde gerçekten hem ağaçlar hem de yapılar olarak bambaşka bir yer yaratılabileceğini kanıtlıyor. Huzur veriyor. Yine de orada koşmayı hiçbir zaman düşünmemiştim; çünkü tüm koru aslında tepeden sahile inen bir yokuş. İçindeki o küçük patikanın güzel bir parkur olabileceğine ihtimal vermedim; ama yanılmışım.

Çok kısa olan dairesel patika parkur oldukça dar, toprak ve tahta bir yolda götürüyor sizi. Zaman zaman merdiven ve yokuşlarla karşılaştırıyor, kısa mesafeleri eğimsiz koşturuyor. Yol daracık olduğu için ağaçlar muazzam bir şekilde sarmalıyor parkuru. Çok bilindik olmadığı, bilenler tarafından tercih de edilmediği için oldukça boş olan parkurda bir bliss anı yaşamak çok kolay.

Koşmak konusunda çok konuştum (aslında daha da çok konuştum; ama birkaç paragrafı attım). Bu akşam Ayvalık’a, anne babanın yanına gidiyoruz. İçimde ‘Onları gerçekten görmek istiyorum’ diyen bir his var. Belki biraz garip geliyordur. Her zaman onları görmek isterim ve onları görmek her zaman iyi gelir tabii; ama bu sefer, hayatımda ilk kez onları görmeye ihtiyacım olduğunu farkettim. Neyse. Devam edelim.

Burayı takip ediyorsanız bir şeyler yazarken onlara özgü müzikler dinlemeyi tercih ettiğimi bilirsiniz. Bir şarkı, bir albüm mutlaka beni daha iyi çalıştırıyordur ve o şey üzerinde çalışırken hep onu dinlerim. Gökyüzüne Düşen Kız için bu daha önce de söylediğim gibi 123’ün Aksel albümüydü. Adını Radiohead şarkılarından alan iki öyküm var. Bugünse koşu sırasında dinlediğim albüm üstünde çalıştığım senaryonun müziği oluverdi bir anda. Lana Del Rey’in yeni albümü Ultraviolence’ı korunun o dar patikasında dinlerken tüm karakterler, tüm olaylara bir canlılık geldi. Yaşadıkları acılar gerçek oldu, birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya başladılar. Mutlu oldum. Eve geldim. Ve bu yazıyı bitirir bitirmez üstünde çalışmaya karar verdim.

İşte onu diyordum. Darmadağınık şu an için güzel bir sözcük. Bir yönelme eksiğim olduğunun farkındayım. Her yöne fikirler, projeler, bir şeyler saçıyorum; ama bir noktadan sonra toparlamam gerekiyor. Yoksa boşa gidecek. Yapboz gibi. Hayatım bin parçaya bölündü ve şimdi masanın üstünde parçaları elimle karıştırıyor, dağıtıyorum. Hayatımın yapbozunda köşe parçalarını buldum. Bir köşeye Kırmızı Saçlı Kız’ı, bir köşeye ailemi, bir köşeye para kazanma gereğini koydum. Son köşede ‘ben sana yapma demiyorum, hobi olarak yine yap’lanan şeyler var.

Şimdi yavaş yavaş köşelerden başlayıp kenarları getirmek, sonra da içine tamamlamak lazım. Bittiği zaman eski haline benzemeyecek. Bu sefer farklı bir tablo çıkmış olacak; ama yapboz parçalarını tek tek bir araya getirecek, sonunu göreceğim. Gerçi yapboz yapmayı Ogan becerirdi. Ben hiç yapamazdım. O tüm parçaları bir araya getirirdi… ama metaforlar konusunda da ben ondan iyiydim. Metaforik yapboz oyununu kazanmamam için hiçbir neden göremiyorum.

Anlatmak, yazmak istediğim şeyler var. İç dökme şeyleri değil. Haberler. ‘Şu oldu, bu olacak, heyecanlıyım!’ şeyleri. İnsanın kendi adına bir web sitesi sahibi olmasının nedeni olan şeyler… Sadece henüz haber veremiyorum. Kesinleşmediler, ya da nazar değmemeliler ya da sadece zamanı değil diye. Yakında paylaşmayı umuyorum.

Reklam

Yazar: Orçun CAN

I write and read and shoot and watch - in reverse order.. // Yazıyorum, okuyorum, çekiyorum, izliyorum.. ama ters sırayla..

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: